Kültürleri yeniden üreten en değerli şeylerden bir tanesi destanlar. Dünden bugüne destanlar, milletlerin kültür kodlarını taşıyarak aynı destanı bilen kuşakların birbirine benzemesine neden olur ve milletlerin devamlılığını sağlar. Destanlar yeni kuşaklara önerilerde bulunur, Örneğin Manas Destanı’nda  atalarımız sanki olacakları sezmiş gibi çocukların mankurtlaşmaması gerektiğini söylemekteler. Aynı destanı bilen kuşaklar birbirine benzer ve milletin devamlılığını sağlar. Örneğin Manas Destanı o dönemin kültürünü ve Türklerin yaşam tarzını anlatır. Yine Ergenekon Destanı’nı bilen, duyan ve dinleyen kuşaklar kendilerini yeniden kurtarır. Kıssaca destanlar, milletlerin ve kültürlerin olmasa olmazı.

Tarihin yazılı olan en eski destanı

Mezopotamya’nın derin topraklarında, tarihin en eski yazılı destanı olan Gılgamış Destanı, M.Ö. 2500-3000 yılları arasında, Sümerce yazılmış 12 kil tablete kaydedilmiş. Uruk’un kudretli kralı Gılgamış’ın ölümsüzlük arayışı, hem insanlık tarihinin hem de edebiyatın en önemli miraslarından birini oluşturur. Bu destan, sadece yazılı tarih açısından değil, dini ve kültürel açılardan da büyük bir öneme sahiptir.

Gılgamış, halkı tarafından sevilen ama bir o kadar da sert, güçlü ve mağrur bir hükümdardır. Kralın halkına verdiği zararlar sonucu, tanrıça Aruru’nun yarattığı Enkidu ile karşılaşır. Yarı insan, yarı tanrı olan Gılgamış’ın ve Enkidu’nun dostluğu, destanın merkezine yerleşirken, birlikte çıktıkları kahramanlık yolculukları da metnin en dikkat çekici bölümlerini oluşturur.

Destanın en önemli özelliklerinden biri, Tufan hikayesinin anlatılmasıdır. Bu öykü, hem İncil’deki Nuh Tufanı hem de Kur’an’daki Nuh’un gemisi hikayesiyle benzerlikler taşır. Gılgamış, Enkidu'nun ölümünün ardından ölümsüzlüğü aramak üzere büyük bir yolculuğa çıkar. Bu süreçte, insanlık tarihinin ilk tufanına şahit olan Utnapiştim ile karşılaşır ve bu kişinin ölümsüzlük sırrını paylaşmasına tanıklık eder. Ancak Gılgamış, son çabasında, ölümsüzlük bitkisini bulduktan sonra bir yılan tarafından mağlup edilir ve ebedi yaşamı kazanma fırsatını yitirir.

Gılgamış’ın, dostunun ölümünden sonra içsel bir yolculuğa çıkması ve insanlığın ölüm karşısındaki zaafiyetini kavrayarak bir bilgelik anlayışına ulaşması, destanın en derin temalarından biridir. Gılgamış Destanı, insanlık tarihinin bilgelik, dostluk, ölüm ve ölümsüzlük gibi evrensel temaları sorgulayan ilk edebi yapıtlarından biri olarak kayıtlara geçmiştir.

Tarihsel olarak, Gılgamış Destanı, Sümerlerin çivi yazısını bulduğu döneme dayanır ve daha sonra Babil döneminde iki kez yazılmıştır. Gılgamış’ın hikayesinin önemli bölümleri zamanla kaybolmuş olsa da, destanın bugüne ulaşan bölümleri, antik dünyanın kültürel mirasına dair önemli bir ışık tutmaktadır.

Gılgamış Destanı’nın kaybolan tabletlerinin bir kısmı henüz bulunamasa da, destanın Sümerce ve Babilce yazılı metinleri, insanlık tarihinin en eski ve derin edebi eserlerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Destanın son yazımının tarihi tam olarak bilinmese de, bu miras, zamanla devam eden bir arayışın, insanlık tarihinin başlangıcına dayanan bir öyküsüdür.

Gılgamış, ölümsüzlüğü bulamamış olsa da, bıraktığı izler, halkının hafızasında ve edebiyat dünyasında nesiller boyu sürecek bir etki bırakmıştır.

Muhabir: Merve Kiraz