Hepimiz sınıfta kaldık.
Bu ülkenin adaleti çökerse, sadece mahkeme duvarları değil, toplumun vicdanı da yıkılır.
Bugün yargıya güven kalmadı. Bunu artık halk değil, yargının içinden gelen sesler söylüyor.
Kartalkaya’daki yangında oğlunu kaybeden Danıştay 9. Daire Başkanı’nın sözleri hâlâ yankılanıyor.
Acının içinden, adaletin suskunluğuna isyan eden bir ses yükseliyordu.
Bir baba değil, bir yargıcın feryadıydı bu.
Yani bu kez konuşan biri değil, adaletin kendi vicdanıydı.
Ama bu ses bugün çıkmadı. Yıllardır binlerce haksızlık, binlerce sessizlikle örtüldü bu ülkede.
Adaletin terazisinin kefesi, bir tarafın ağırlığına dayanamadı.
Haklılar susturuldu, mazlumlar yalnız bırakıldı.
Hukuk, insanı korumak yerine bazen insanı ezdi.
Ve bütün bunlar olurken ne hukuk fakültelerinden anlamlı bir ses yükseldi, ne de yargıç kürsülerinden vicdanlı bir itiraz duyuldu.
Oysa yargı, susarak değil, doğruyu söyleme cesaretiyle ayakta kalır.
Artık zaman geldi.
Yargı aynaya bakmalı; sadece yüzüne değil, kalbine bakmalı.
O aynada vicdanın sessiz çığlığı olmalı.
Çünkü adalet yalnızca kanunlarla değil, vicdanla ölçülür.
Bir yasa maddesi doğru olabilir ama adil olmayabilir.
Bir karar usule uygun olabilir ama insanlığa aykırı kalabilir.
Yargıcın görevi sadece mevzuatı değil, insanın onurunu da korumaktır.
Aynaya bakmalı; çünkü o ayna sadece yargıyı değil, hepimizi gösteriyor.
O aynada bir toplumun suskunluğu, bir halkın umudu, bir babanın acısı, bir çocuğun gözyaşı var.
Ve o gözyaşı kurumadıkça hiçbir karar adil sayılmaz.
Demokratik düzenlerde korkunun ortadan kalkması gerekir ki demokrasi olmuş olsun.
“Korkunun toplumsal vicdanı susturduğu yerde hiçbir yasa adaleti sağlayamaz.”
— Nikolay Vasilyeviç Gogol
Devletten korkuyorsan, polisten korkuyorsan, dayatmaların altındaysan demek ki demokrasi yoktur.
Bugün hâlâ sessiz kalanlar, yarın kendi sessizliklerinin yankısıyla uyanacaklar.
Çünkü tarih, unutulanları değil, susmayanları yazar.
Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner.
Ama o hesap en çok da aynaya bakmaya cesaret edemeyenlerden sorulur.
Ve o hesabın en ağır olacağını en çok da susanlar bilecek.
Yargı aynaya bakmalı; vicdanın aynasına.
Orada gördüğü şey, hem kendi yargısı hem de bu toplumun kurtuluşudur.
Çünkü adaletin terazisi önce kalpte kurulmazsa, mahkeme salonlarında hiçbir hüküm anlam taşımayacaktır.
Bugün hâlâ sustukça, hâlâ görmezden geldikçe, hâlâ “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.” dedikçe,
o yılan bir gün kapımıza kadar gelecek.
Ve işte o gün geldiğinde…
Bir çocuk öldüğünde sadece bir can gitmez; bir ülkenin vicdanı da çöker.
Kartalkaya’da yanan, adaletin külleriydi.
O küllerin içinden bir baba çıktı, “Adalet nerede?” diye sordu.
Cevap yoktu.
Bu ülkede haklılar haksız, mazlumlar suçlu ilan edildi.
Bir mahkeme kararıyla ömürler karardı; bir imzayla hayaller sönüp gitti.
Herkes sustu, çünkü sessizlik bazen en kolay savunmadır.
Haksız kararlar, siyasî baskılar, gizli tanıklar ile sümen altı edilen adalet arayışları…
Her haksız karar, yarın bir başkasının hayatına dokunacak bir zincirin halkasıdır.
Türkiye açıkça yarı açık cezaevine dönüştürülmüş durumda; basın bas bas bağırıyor.
Bu mahkemeler, anayasayı uygulamamakla görev suçu işliyor.
Peki, bu görev suçuysa, bu suçluları kim ve nasıl yargılayacak?
Bunlar yetmiyormuş gibi bir de “yeni anayasa” heveslileri çıkıyor.
Yahu Allah’tan korkun!
Mevcut olanı dahi uygulamaktan kaçınanlar, yenisiyle neyi hedefliyor?
Hatta Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını isteyen liderimiz dahi var.
Adalet, eşitsizliği ortadan kaldıran kavramların herkese eşit şekilde uygulandığı bir değer olmaktan çıkarılmış durumda.
Ölümün en büyük eşitleyici olduğunu, Allah’ın toprağın üstünde eşit hale gelmeyenleri, her türlü adaletsizliğe sebep olanları toprak altında öyle bir eşit duruma getireceğini ve bunun vebalinden kurtulamayacaklarını eğer inanıyorsak, unutmayalım.
Sayın hocalarım,
Bize öğrettikleriniz ve yazmış olduğunuz eserlerle hiçbir ilgisi olmayan uygulamalar yapılıyor.
Sizler sessizliğinizi bozmayıp susmayı tercih ediyorsanız, lütfen piyasadan eserlerinizi geri çekin.
Hukuk fakültelerinin susturulduğu değil, susmayı tercih ettikleri günleri yaşıyoruz.
Adaletin herkese elit dağıtıldığı, üstün kılındığı, yargının tam bağımsız olduğu ve en önemlisi hukukçunun saygın kimliğinin korunduğu bir Türkiye özlemiyle.