Antik çağların iki büyük uygarlığı, matematiğin insanlık için neden vazgeçilmez olduğunu kendi yöntemleriyle ortaya koydu. Nil Nehri’nin döngüsel taşkınlarıyla şekillenen Mısır’da, tarlaların sınırları her yıl yeniden belirlenmek zorundaydı. Bu zorunluluk, geometri ve aritmetik hesaplamaları yalnızca pratik bir ihtiyaç olmaktan çıkarıp yüksek saygınlık taşıyan bir uzmanlık alanına dönüştürdü. Hesaplama yapan kişiler toplumda önemli bir konuma sahipti; böylece matematik, Mısır’da bir meslek hâline geldi.
Mısırlılar yalnızca tarım için değil, zamanı düzenlemek için de matematiğe başvurdu. Nil’in taşma dönemlerini takip ederek oluşturdukları ilk takvim, ekim ve biçim zamanlarını belirleyen bir rehber niteliğindeydi.
Dünyanın öbür ucunda, Güney Amerika’nın en büyük medeniyeti İnka İmparatorluğu da matematiği kendi ihtiyaçları doğrultusunda geliştirdi. Ticaret, borç ve vergi gibi kavramların doğması hesaplama gereksinimini artırmıştı. Yazıya sahip olmayan İnka toplumu, buna yaratıcı bir çözüm üretti: Khipu, yani düğümlü iplerle kurulan bir kayıt sistemi.
Khipu’nun gücü, düğümlerin yerinden rengine, bağlama şeklinden dönüş sayılarına kadar pek çok ayrıntıda gizliydi. Bir, onlar, yüzler ve binler basamaklarını temsil eden düğümler belirli dizilimlerle ip üzerinde yer alıyor; düğümdeki dönüş sayısı ise 1’den 9’a kadar olan rakamların karşılığı olarak kullanılıyordu. Bir ipin üzerinde hiç düğüm olmaması ise “sıfır” anlamına geliyordu.
Bu sistem sayesinde İnka memurları nüfus sayımlarından vergi yükümlülüklerine, tarih kayıtlarından ticaret hesaplarına kadar pek çok bilgiyi hiçbir yazıya ihtiyaç duymadan taşıyabiliyordu.
Nil’in ritminden İnka düğümlerine uzanan bu hikâye, matematiğin insanlığın en eski ve en temel araçlarından biri olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Yazı olmadan bile bilgi aktarımını mümkün kılan bu yöntemler, medeniyetlerin yaratıcılığının etkileyici birer kanıtı.





