Bilim dünyası, Dünya üzerindeki yaşamın ne zaman başladığı sorusuna yeni yanıtlar arıyor ve elde edilen veriler, yaşamın sanılandan çok daha erken ortaya çıkmış olabileceğini ortaya koyuyor. Son jeolojik ve biyokimyasal araştırmalar, yaşamın Dünya'nın oluşumundan sadece birkaç yüz milyon yıl sonra başlamış olabileceğine işaret ediyor. Bu da yaşamın, gezegenin erken dönemlerinde şaşırtıcı bir hızla geliştiği anlamına geliyor.
Batı Avustralya'daki antik zirkon kristallerinde yapılan karbon izotop analizleri, 4,1 milyar yıl öncesine uzanan yaşam izlerini ortaya koyarken, Kanada'nın Quebec bölgesinde bulunan 4,28 milyar yıllık mikrofosiller bu hipotezi destekliyor. Bu fosiller, okyanusların oluşumundan kısa bir süre sonra (yaklaşık 4,4 milyar yıl önce) yaşamın başladığını ve özellikle hidrotermal bacaların çevresinde ilkel mikrobiyal toplulukların geliştiğini gösteriyor.
Bilim insanları ayrıca Grönland’da keşfedilen 3,7 milyar yıllık tortul kayaçlarda stromatolit yapılarına rastladı. Bu yapılar, o dönemde karmaşık mikrobiyal ekosistemlerin var olduğuna dair önemli bir delil olarak kabul ediliyor.
Yaşamın ortaya çıktığı koşulların ne olduğu sorusu hâlâ tartışmalı olsa da, birçok araştırmacı bunun alkali hidrotermal bacalar veya zengin kimyasal bileşikler içeren "ilkel çorbalar" gibi enerji dolu ve suya doygun ortamlarda gerçekleştiğini düşünüyor. 1950’lerde yapılan ünlü Miller-Urey deneyi gibi laboratuvar simülasyonları da, bu koşulların karmaşık organik molekülleri hızla oluşturabileceğini göstermişti.
İşin en dikkat çekici yanı ise, Dünya tarihine dayanan istatistiksel modellerin, uygun koşullar sağlandığında yaşamın ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu öne sürmesi. Bu da, yaşamın sadece Dünya’ya özgü bir mucize olmayabileceği; aksine, evrenin başka köşelerinde de benzer süreçlerin yaşanmış olabileceği fikrini güçlendiriyor.
Bu ne anlama geliyor?
Yaşam, belki de evrende sanılandan çok daha yaygın. Dünya'daki hızlı başlangıç, yalnız olmadığımızın bilimsel bir işareti olabilir.





