ChatGPT, Siri ve Google Assistant gibi yapay zekâ uygulamaları artık günlük yaşamın olağan bir parçası. Ancak bu hızlı yayılım, insan-makine iletişiminin klasik iletişim kuramlarının açıklamakta zorlandığı yeni bir alana dönüştüğünü gösteriyor. Shannon, Jakobson, Habermas ve Mead gibi iletişim kuramcılarının “anlamın insanlar arasında karşılıklı üretildiği” görüşü, makinelerle kurulan ilişki söz konusu olduğunda yeni tartışmaların kapısını aralıyor. Zira yapay zekâ sezgi, niyet ve toplumsal hafıza gibi insani bileşenlere sahip değil; yalnızca büyük veri kümeleri üzerindeki örüntüleri analiz ediyor.
Felsefi ve Kültürel Çerçeve: Yapay Zekâ Bir Özne mi, Temsilin Yeni Biçimi mi?
İnsan-makine iletişiminin yalnızca teknik bir konu olmadığı, aynı zamanda felsefi ve kültürel boyutlar taşıdığı vurgulanıyor.
Foucault’nun bilgi-iktidar ilişkileri, Sontag’ın temsil okuması, Butler’ın dilin eyleyici yönüne dair yaklaşımı ile Braidotti ve Hayles’in posthümanist tartışmaları, yapay zekâyı yalnızca komutlara yanıt veren bir araç olmaktan çıkarıp kültürel bir aktöre dönüştürüyor. Bu perspektif yapay zekânın temsil, özne ve anlam kavrayışını yeniden şekillendirdiğini ortaya koyuyor.
Bu kuramsal bakış açıları, “yapay zekâ gerçekten anlam üretebilir mi?” sorusunu daha da kritik bir hâle getiriyor. İnsanlarla konuşuyormuş gibi yanıt veren sistemler, birer özne mi, yoksa insan dilini taklit eden gelişmiş algoritmalar mı?
Foucault’nun Penceresinden Yapay Zekâ: Güç İlişkileri Veride Saklı
Foucault’nun söylem analizine göre anlam hiçbir zaman nötr değildir; güç ilişkileriyle şekillenir. Bu yaklaşım yapay zekâya uygulandığında, modellerin çıktılarının da eğitildiği verilerin taşıdığı toplumsal, politik ve ekonomik izlerden bağımsız olamayacağı görülür.
Eğer bir modelin eğitildiği görsel ya da metinler belirli kalıp ve normlar içeriyorsa, model bu görünmez güç haritalarını yeniden üretir. Örneğin eğitim verilerindeki mühendis figürlerinin çoğu erkekse, model “mühendis resmi” üretirken muhtemelen erkek temsiline yönelecektir. Bu nedenle algoritmalar, tarafsızmış gibi görünse de onları besleyen veri dünyasının önyargılarını yansıtır.
Sesli Asistanların Yükselişi: İletişim Yazıdan Sese Kayarken
Bugün doğal dil işleme teknikleriyle çalışan GPT ve BERT tabanlı sistemler, insan dilini çözümleme ve yeniden üretme kapasitesiyle günlük iletişimi dönüştürüyor.
Amazon Alexa, Google Assistant ve Siri gibi sesli asistanların kullanım oranı giderek artıyor. Voicebot.ai’nin 2021 verileri, ABD’de yetişkinlerin %58’inin sesli asistan kullandığını gösteriyor; günümüzde bu oranın daha da yükseldiği biliniyor.
Statista verileri de yapay zekâ tabanlı sohbet robotlarının pazar değerinin 2016’da 190 milyon dolardan 2024’te 1,34 milyar dolara yükseldiğini ortaya koyuyor. Bu artış, yapay zekânın toplumsal yaşama nüfuz etme hızını gözler önüne seriyor.
Yapay Empati: Gerçek mi, İkna Edici Bir Taklit mi?
Sohbet robotları yalnızca bilgi aktarmıyor; kullanıcı davranışlarını analiz ederek kişisel öneriler sunabiliyor, duygusal olarak uyumlu yanıtlar üretebiliyor.
Bir kullanıcı “siparişim gecikti” dediğinde sistemin, “Gecikme için üzgünüz, yaşadığınız rahatsızlığı anlıyorum” şeklinde yanıt vermesi, iletişimin insani bir boyut kazandığı algısını doğuruyor.
Bu tür duygusal uyum denemeleri, “yapay empati” kavramını gündeme taşıyor. Araştırmalarda katılımcılara yapay zekâ ile kişisel konularda sohbet etmeleri isteniyor ve makinenin duygusal tepki üretme kapasitesi inceleniyor.
Veri, Mahremiyet ve Anlam: Üretilen Söylem Kime Ait?
Yapay zekâ sistemleri kullanıcı verilerini analiz ettikçe, anlamın gerçek sahibi tartışması da büyüyor.
Ortaya çıkan içerik kullanıcıya mı ait, yoksa sistemin veri kaynaklarına mı?
Bu soru hem etik hem de iletişimsel açıdan insan-makine etkileşiminin en kritik çıkmazlarından birini oluşturuyor.
Yapay Zekâ Konuşuyor mu, Yoksa Yalnızca Yankı mı Üretiyor?
Tüm bu çerçeveler, yapay zekânın insan iletişimini dönüştürdüğünü fakat anlam üretiminin hâlâ insana dayandığını gösteriyor.
Yapay zekâ bugün tam anlamıyla özgün bir iletişim kuramasa da insanın kendi dilini, kalıplarını ve düşünme biçimlerini yeniden duymasını sağlıyor. Anlam, insan kökenli olmaya devam ediyor; ancak makineler aracılığıyla çoğalarak yeni iletişim biçimlerine dönüşüyor.
Eğer gelecekte odak yalnızca kontrol değil, karşılıklı diyalog kurma üzerine kurulabilirse, yapay zekâ insanı yankılayan bir araç olmaktan çıkıp yaratıcılığı genişleten yeni bir sese dönüşebilir.
Kaynak; TÜBİTAK





