.

Asrın felaketi olarak yorumlanan depremin üzerinden 45 gün geçti.

Bir yandan enkaz kaldırma çalışmaları sürerken bir yandan da yaralar sarılmaya devam ediyor.

Daha önce gittiğimiz Maraş ve Hatay’ın ardından bu sefer de Malatya ve Adıyaman’a gittik.

Aynı nahoş manzaralar oralarda da hakimdi.

Üstüne üstlük bir de sel geldi bölgeye.

Gecenin ilerleyen vakitlerinde korkunç bir gök gürültüsü, şimşek ve arkasından bardaktan değil kovadan boşanırcasına yağan yağmur.

Daha önce kopan küçük kıyamet adeta bu felaketle tamamlanıyordu.

“Gazabınla öldürme Allahım! Bize afiyet ver…” dualarını yapmaktan başka çare kalmıyordu bize.

Kimsenin böyle bir seli öngöremediği alanlarda insanlar çadırlarda sıkıntı çekiyordu.

Neyse ki devletimiz bütün gücüyle oradaydı.

Hemen gerekli tedbirler alındı, zaten konteynerler bölgeye gelmiş alternatif alanlara kurulmaya başlanmıştı.

Tıpkı önceki gezimizde olduğu gibi burada da feryatlar sürüyor, yürek yakan ilginç anekdotlar anlatılıyordu.

İşte onlardan birisi, bir dost anlattı:

“Kendi ailemi kurtardıktan sonra diğer insanlara koştum.

Bir ses üzerine bir enkaza gittim. Bir anne, “Kimse yok mu? Yardım edin!” diye bağırıyordu.

Anneyi bulunduğu yerden kurtardık sonra bebeğe yöneldik. Kolonun altında kalan bebek ezilerek ölmüştü.

Bu arada ambulans çağırdık. Anne sevk edilirken çocuğunu soruyordu…

Tabi ben şok olmuştum, ne diyeceğimi bilemedim ve sustum. Lakin durumu yolda öğrenen anne kalp krizi geçirerek vefat etti.”

Yine çocuğunu kaybeden annenin görevlilere, “artık gelmeseniz de olur…gerek kalmadı!!!” sözleri de kulaklarımızda yankılanıyordu.

İnsanlar şok halinde ölüsüne bile ağlayamıyor burada.

Adıyaman’da üzerinden kırk gün geçtiği için kaybedilen canlar için yapılan bir taziye programına iştirak ettik.

Tabi gözyaşları sel olmuş insanlar…

Sabır ve umuda sarılan canlar…

Merhum canlar için verilen can aşları ve dualar…

Herkesin ortak duası, “Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın. Taşıyamayacağımız yüklerle bizi sınamasın.”

Olan olmuş, ölen ölmüş de insanlar en azından kaybettikleri yakınlarının cesetlerini bir bütün olarak, değilse uzuvlarına ulaşarak kabirlerine defnetmenin peşindeler.

Daha ötesi bir hikâyeyi olaya tanıklık eden bir dostum anlattı:

“Deprem esnasında evi yanan bir vatandaş elinde bir avuç külle mezarlıktaki hocaların yanına gelir ve der ki:

- Benim eşim, çocuklarım vefat etti. Ailemden geriye kalan bu küldür, ne yapmam gerekir?

Yüreği yangın yerine dönmüş bu insana yüreklice bir karşılıkta bulunur görevliler.

Vatandaşın elinden bu külü alan görevliler, onu bir güzel kefene sararlar, sonra teyemmüm ettirerek gıyabi cenaze namazı kılarlar.

Daha sonra gidip boş bir mezara bu külü defnederler.”

Daha nice hikayeler, nice sendromlar…

Bir tarafta müthiş yürek yangınları, diğer taraftan Eyüp sabırlı koca yürekler!

Bu yaranın kabuk bağlaması çok zaman alacak lakin devletimizin gücü milletimizin hamasetiyle bu ağır imtihanın da üstesinden geleceğiz inşallah.