.

“Babasının devamlı kendisiyle ilgilenmesini isteyen küçük bir çocuk, bir pazar günü babasını evde yalnız bulunca tekrar sorar: “Babacığım, beni sinemaya götürür müsün bugün?” Babası, çocuğunun bitmek tükenmek bilmeyen ısrarından sıkılmış ve bunalmıştır. Başından savuşturmak için, üzerinde dünya resmi bulunan gazeteyi parçalayarak oğluna verir ve der ki ona: “Oğlum, bu fotoğrafı bir araya getirirsen seni bugün sinemaya götüreceğim.” Babası kararlıdır.

Gerçekten, zor bir iştir bu; ancak, çocuk bir müddet sonra resmi tamamlamış bir şekilde babasına getirir ve ona der ki: “Hadi babacığım, gidelim sinemaya.” Babası hayretler içerisinde kalır. “Aman Allah’ım, oğlum, bunu yapman imkânsızdı. Bana anlatır mısın lütfen, nasıl yaptın bunu?” Çocuk çok güzel bir şekilde babasına cevap verir: “Babacığım, senden aldığımda, o dünya fotoğrafının arkasında insan resminin olduğunu fark ettim. Ben insan fotoğrafını düzelttim, dünya fotoğrafı kendiliğinden düzeldi. İnsanı düzelttim, dünya düzeldi.”

Çocuk aslında farkında olmadan çok önemli bir mesajı veriyor bize: “İnsanı düzeltirsek veya insanoğlu kendini düzeltir, çekidüzene girerse; dünya da kendiliğinden düzelecektir.” Belki o zaman ekolojik ve ekonomik dengeler yerine oturacaktır. Belki o zaman sömürge mantığına dayalı işgaller ve savaşlar sona erecektir. Belki o zaman Afrika’daki o yürek yakıcı manzaralar azalacaktır. Belki de o zaman küresel anormallikler yerini küresel barış ve kardeşliğe terk edecektir.

Hani bir söz var ya; “Herkes dünyayı düzeltmeye kalkar da kendini düzeltmeye uğraşmaz.” Sanki bu söz bugünün insanı için söylenmiş. Binlerce aday adayı partilere başvurup milletvekili olmak için sıra bekliyor. Hepsi hizmet için var, ülkeyi düzeltmek için var! Bu adayların kaç tanesi gerçekten o makamlara layık? Kaç tanesi çok arzu etmediği halde gerçekten layık olduğu üzere milleti temsil etmek üzere davet edildi? Hani, görev isteyene değil, layık olana verilirdi? Milletin gönlünde olan adaylar, bürokratik bariyerlere çarpıp geri dönüyorsa burada bir anormallik yok mudur?

Bu satırlar yazılırken partilerin aday listeleri de aşağı-yukarı belli olmuştu. Şahıslarla işimiz olmadığı için, genel anlamda bu adayların hayırlı olmasını temenni ediyoruz. İnşallah vatana, millete hayırlı hizmetler sunacak kadrolar iş başına gelir. Ancak, temenniden öte oralara ehil insanların gelmesi için de azami gayret gerekiyor galiba. İş dönüp dolaşıp ‘insan’ olgusundan geçiyor. İnsanı düzeltmeden parlamentoyu, kurumları, kurulları, kuralları ve ahval-i umumiye de düzeltmeniz mümkün gözükmüyor.

Konuyla bağlantılı Emevî döneminden güzel bir anekdot anlatılır: Dönemin zalim valilerinden Haccac’a cesur bir adam sorar: “Efendim niye bu kadar zulmediyorsunuz, selefiniz gibi biraz daha adil olsanız!” Bunun üzerine Haccac’ın verdiği cevap enteresan bir gerçeğe işaret eder: “Be hey adam, siz onun halkı gibi düzgün olun ki ben de size düzgün davranayım.” Evet, bizim inancımıza göre, idare edilenler neye layıksa öyle idareciler başa gelir. Öncelikle layık-ı veçhile yaşayıp o minval üzere idareciler yetiştirerek beklenti ortamına girmeliyiz.

Yüce Kur’an’ın ifadesiyle; “Bir millet, güzel hal ve gidişatını bozmadığı sürece, Allah da onlar üzerindeki hükmünü değiştirmeyecektir.” (Ra’d/11) O halde burada ciddi bir muhasebe gerektiği gibi, ciddi bir eğitim ve terbiye yollarının da açılması izahtan varestedir. Burada, ‘ehil idarecilerle mi halk düzelir? Yoksa seçkin bir toplulukla mı adil idareciler iş başına getirilir?’ Polemiğine girmek niyetinde değilim. Belki bu sorunun tek bir cevabını aramak yerine, daha detaylı düşünüp farklı planlamalar ve açılımlarla daha uzun vadeye yaymak gerekir diye düşünenlerdenim.

Ne diyelim, seçen de biziz, seçilen de… Meclise giren vekillerimiz uzaydan gelmiyor. Onları bizler tercih edip (nispi de olsa) halkı temsil etmeleri için oraya gönderiyoruz. Yani bir anlamda meclis bizim aynamız oluyor. O aynanın şeffaf ve adil olması en büyük arzumuz.

Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler…