.

Hac kuraları çekildi…

Binlerce hacı adayı ilk defa o mübarek beldeleri görmenin heyecanıyla yanıp tutuşmaya başladılar bile.

Ne kadar güzel ne ulvi bir duygu.

Allah herkese bu güzel duyguyu tatmayı ve o kutlu yolculuğa çıkmayı nasip etsin.

“Lebbeyk Allah’ım! Senin çağrına kulak verdim” diyerek ilahi davete icabet ediyorsunuz.

Düşünsenize en sevgiliye ve onun güzide yarenlerine koşuyorsunuz; gönüldeki o büyük hasreti vuslata taşıyorsunuz.

Ömrünüz boyunca okuduğunuz, dinlediğiniz o iftihar tablosunu yerinde görüp ahiret provasını icra ediyorsunuz.

Ne ki bu seneki hac ülkemizde yaşanan büyük deprem felaketinin üzerine denk geldi; asrın felaketinin gölgesine girdi.

Binlerce insanımızı kaybettik, binlercesi sakat kaldı. Milyonlarca insan bu afetten direk veya dolaylı yoldan etkilendi.

Hal böyle olunca bu durumdan etkilenen bazı hayırsever vatandaşlarımız umre ziyaretlerinden feragat ederek yılların birikimi olan umre paralarını depremzede kardeşlerine bağışladılar.

Takdire şayan bu ulvi davranışları bana tarihte yaşanan şu anekdotu hatırlattı:

“Tâbiîn neslinin hadis âlimlerinden olan Abdullah b. Mübârek, dostlarıyla birlikte çıktığı hac yolculuğuna, yolda karşılaştığı bir hadise üzerine son vererek geri döndü.

 Onu hac yolundan döndüren olay, hepimiz için ibretlik bir anlam taşıyor.

Abdullah b. Mübârek varlıklı bir hadis âlimi idi.

Dostlarıyla birlikte hac yolculuğuna çıkmıştı.

Yol üzerinde bir kulübede yaşayan iki kız çocuğu gördü.

Kimsesi olmayan bu çocuklar, açlıktan dolayı kulübe yakınlarındaki ölü bir kuş etini alıp yemek istediler.

Bu duruma şahit olan Abdullah b. Mübârek, yolculuğa devam etmekten vazgeçti.

Yanında bulunan bin dinar paranın yirmi dinarını Merv’e geri dönmek için ayırdıktan sonra, paranın geri kalan kısmını kız çocuklarına verdi.

Dostlarının:

“–Neden böyle yaptın?” diye sormaları üzerine şöyle dedi:

“–Bu yaptığımız, bu seneki haccımızdan daha sevaptır.” (M. Said Hatiboğlu, “İlk Sûfîlerin Hadis/Sünnet Anlayışı Üzerine” İslâmiyat, cilt 2, sayı 3, Temmuz-Eylül 1999, s. 13.)

Tabi yanlış anlaşılmasın, kimseye haccından feragat edip bağışta bulunması gibi maksadımızı aşan bir telkinde bulunmak istemem.

Hele ki yıllarca bu anı bekleyip hasretle o kutlu beldeleri görmenin hasretiyle yanıp kavrulan insanları çok iyi anlıyorum.

Bizimkisi “ehem-mühim” kabilinden bir kıssadan hareketle farklı bir pencere açmak.

O kutsal yolculuğa çıkarken, buradaki her şeyini kaybetmiş, bağrı yanık gözü yaşlı kardeşlerini de fiili ve kavli duadan unutmamak.

Elbette Kabe’nin sahibinin huzurunda, o güzide zevatın civarında kardeşleri, devleti, milleti ve insanlık için dua etmek.

Unutmayalım ki müminlerin birbirlerinin gıyabında yaptıkları dua makbul duadır.

Selam ve dua ile…