Geçtiğimiz günlerde AABF’nun girişimleriyle Avusturya Hükümeti Aleviliği resmen “inanç” olarak tanıdı.

Kendilerini İslam Dininin dışında sayan bu güruhun özel gayretiyle hükümet de bir anlamda Aleviliği ayrı bir din olarak gördüğünü kabul etti.

“Ali’siz Alevilik” peşinde koşan, Aleviliği İslam öncesi kültürlere dayandıran, Aleviliğin her inanıştan bir şey aldığını ama ne hikmetse İslam’dan bir şey almadığını iddia eden bir yapıyla karşı karşıyayız.

Peki bu yaklaşım doğru mudur? Doğru değilse arkasında yatan saiklernelerdir?

Aleviliğin temel kaynaklarına ve İslam Tarihinin genel gidişatına baktığımızda bu tezin hiç de bilimsel ve doğru bir yaklaşım olmadığından hareketle, vakanın tamamen ideolojik ve siyasi bir tavır olduğu çok açıktır.

Azınlık statüsü içerisinde aykırı davranışlarda bulunan bu “Alevi Diasporası”nınkendilerini, Aleviliğin ana gövdesi olan Türk/Türkmen/İslam anlayışından ve duygusal bağından çoktan kopardığı anlaşılmaktadır.

Aleviliğin etnik kökenler üzerinde bir inanç yorumu olduğu anlaşılır olmakla birlikte; dini tutum ve anlayış olarak İslam’ın içinde “Hak-Muhammed-Ali” inancını merkeze alan bir yorum olduğu aşikardır.

Bu anlamda Alevilik; Hz. Ali başta olmak üzereEhl-i Beyt muhabbetini esas alan, taliplerine insan-ı kâmil olma hedefini gösteren, tasavvufi-mistik ağırlıklı İslam’ın özgün bir yorumudur.

Nitekim yolun kurucusu ve Serçeşme olarak kabul gören Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalat adlı eserine göre; talibin kâmil bir insan olabilmesi için “4 Kapı 40 makam”dan geçmesi gerekir.

Bu kapıların ilki olan Şeriat kapının ilk makamı Tevhit’tir. Yanı Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmektir. (Hacı Bektaş Veli, Makalat, haz. Ahmet Tekin, 39)

Yine Alevilikte kesin hüküm olarak kabul gören Buyruklara göre; kesinlikle uyulması gereken “3 Sünnet, 7 Farz” kuralının da ilki dilden Tevhid’i bırakmamaktır.(Cafer-i Sadık, Buyruk, haz. Fuat Bozkurt, 129)

Buyruklarda dini pir, imanı da musahip olarak gören veya dini Muhammed, imanı da Ali olarak yorumlayan yaklaşımları görmek mümkündür. Tanrı’nın birliğine ve peygamberin gerçekliğine olan inanç, nerdeyse yerleşik bir kabul olarak yer almaktadır

Alevilikteki “Hak-Muhammed-Ali” anlayışının Hıristiyanlıktaki teslisle alakası olmayıp, inançtaki hiyerarşiyi sembolize eder. Bu yaklaşıma göre Hak, Yeri göğü yaratan Yüce Allah olarak Uluhiyeti; Muhammed, Allah’ın Resulü olarak Nübüvveti; Ali ise, Ehl-i Beyt’in reisi olarak Velayeti temsil etmektedir.

Bu demektir ki Allah, Peygamber ve Ali yolun olmazsa olmazlarındandır. Bunları da İslam’dan ve Kur’an’dan ayrı düşünmeniz imkansızdır.

Öte yandan Alevilik Yolunun taşıyıcıları olarak görülen ve Alevi Canlar tarafından çok sevilen ozanların nefeslerinde ve deyişlerinde de bu inancın izlerini görmek mümkündür.

Örneğin, ulu ozanlardan kabul edilen Pir Sultan Abdal bir nefesinde şöyle der;

“Hak dergahına varırım/Hub didarını görürüm/Bir Allah’a yalvarırım/ Şaha padişaha değil/

Pir Sultan’ım der Şahım var/Hızır Paşa’dan ahım var/Benim bir tek Allah’ım var/Şaha padişaha değil.” (Gölpınarlı, Pir Sultan Abdal, 70)

Son devrin önemli aşıklarından biri olan Aşık Davut Sulari’nin şiirlerine baktığımızda, güçlü bir Allah inancı ile karşılaşırız;

“Şu yerin göğün sahibi Allah var/On sekiz bin rızkını veren Allah var/Fark olup hesabın soran Allah var/Onu bildiğimiz için pişman değiliz.” (Nuri Derin, özel arşivi)

16. Yüzyıl ozanlarından Muhyiddin Abdal duygulara çok güzel tercüman olmuş;

“Haktır sevdiğimiz bizim,                 

Haktır övdüğümüz bizim,

Boyun eğdiğimiz bizim,        

Haktan özge yar bilmeyiz.” (Atalay, Bektaşilik ve Edebiyatı, 116)

16. Yüzyıla damgasını vuran Hatayi bir nefesinde, “Hak-Muhammed-Ali” kavramının birbirinden ayrılmayan bir nur olduğunu ve yolun kurucuları olduğunu şöyle ifade ediyor;

“Hak Muhammed Ali üçü de nurdur            Şah Hatayi‟m der Muhammed Ali

Birini alma sen üçü de birdir                         Anlardan öğrendik erkanı yolu

Onların koyduğu bir doğru yoldur                Ali Muhammet‟tir, Muhammet Ali

Danıştı Muhammed böyle der Ali                 Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz.” 

(Özmen, Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi-2, 151)

Bütün bu veriler ışığında rahatlıkla söyleyebiliriz ki Alevilik-Bektaşilikte Tek Tanrı inancı hâkimdir.

Allah’ın varlığında şek ve şüphe olmadığı gibi, O’nun ortağı ve benzeri de söz konusu değildir.

Bu manada, Alevi-Bektaşi kaynaklarda ve ozanların şiirlerinde, âşıkların deyişlerinde ve nefeslerinde İslam’ın Tevhid ilkesinin yansımalarını açıkça görmek mümkündür.

“Ali’siz Alevilik” gibi içi boş bir Aleviliği dayatmaya çalışan marjinal bir kesime karşın, çoğunluğu oluşturanEhl-i Beyt muhabbetini merkeze alan ve İslam’ı kendine özgü bir tarzda yorumlayarak yaşamak isteyen Alevi vatandaşların varlığı yadsınamaz bir gerçektir.

Kendilerini İslam’ın içinde gören, vatana ve devlete sadakatlerinden asla şüphe edilmeyen, her halükârda yurttaşlık görevini bihakkın yerine getiren bu kardeşlerimiz yalnız ve sahipsiz değildir.

30.04.2022

İHSAN ÜNLÜ