Neye layıksak onu bulacağız… Ne ekersek onu biçeceğiz…

Neye layıksak onu bulacağız…

Ne ekersek onu biçeceğiz…

Herkes narını da (ateşini) nurunu da buradan götürecek değil mi?

O yüzden isabetle söylüyor bir mütefekkirimiz; “Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil!”

Nasreddin Hoca, "İnsanlar nefislerinin istediklerini düşünmeden yapmamalıdırlar. Nefsinizin beğendiği her şey ahirette önünüze geldiğinde, ondan kaçmak, kurtulmak isteseniz de kurtulamazsınız," diye bir vaaz etmiş.

Ertesi gün birkaç köylü arkadaşı ile beraber, kasabaya pazara gitmek üzere yola koyulmuşlar. Tabii o zamanın vasıtası, herkesin eşeği.

Yolda giderken konu yine nefsin istekleri ne gelmiş. Bir kısım köylüler:

- "Ben nefsime zulmetmem. Nefsime hoş gelen şeyleri yaparım. Benim zevkimdir, hakkımdır" gibi savunmaları biraz da Nasreddin Hocayı kızdırmak için yapıyorlarmış.

Hoca, eşeklerinin yoldan daha evvel geçmiş hayvanların pisliklerini koklamak için durduklarını değerlendirmiş. Kokladığı pislikleri, hayvanının yem torbasına doldurmaya başlamış.

Birkaç saat sonra bir çeşme başında mola vermişler. Azıklarını çıkarıp yerlerken, eşeklerinin başına da yem torbalarını takmışlar. Nasreddin Hoca'nın eşeği yem torbası boynuna takılınca kısa bir süre güzelce koklayıp, sonra huysuzlanmağa ve kafasını hızla sallayıp torbadan kurtulmağa uğraşınca:

- "Ne huysuzlanıp, torbadan kurtulmağa çalışıyorsun?" demiş Hoca, "Sen beğendin, ben doldurdum."

Görenler: "Hocam bu çok yanlış. O hayvan bunu ne anlayacak." dediklerinde, Nasreddin Hoca taşı gediğine koymuş:

- "İnsanlar bir de kendilerine baksınlar!.. Bu dünyadan ahirete hazırladıkları çıkınlarındakiler kendilerine orada ikram edilince ne yapacaklar?"

Şair ne güzel özetliyor aslında meseleyi;

“Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler

Yevme lâ yenfeu” de “kalb-i selîm” isterler.”

“Sanma ey hoca ki senden altın ve gümüş isterler. Hiçbir şeyin fayda sağlamayacağı günde temiz gönül isterler.”

Bir yönüyle de “unutkan” olan insanoğlunu bu yüzden sık sık uyarır Cenab-ı Hak: “Ey iman edenler! Allah’a itaatsizlikten sakının. Herkes yarın için ne hazırladığına baksın!” (Haşr-18)

Oysa insanoğlu kelebeğin ateşe olan tutkusu misali, geçici dünya nimetlerine dalıverir de öteleri unutur; her dalışında kendinden verir ve sonunda ömür sermayesini tüketir.

Nesimi bu duyguları mısralara şöyle döker;

Bu Dünyanın Devranına

Aldanma Gönül Aldanma

Zilli Çanlı Kervanına

Aldanma Gönül Aldanma

Evden Barktan Geçeceksin

Ecel Tasın İçeceksin

Ne Ektinse Biçeceksin

Aldanma Gönül Aldanma

Bu dünyanın faniliğini çok iyi kavrayıp taliplerini baki olana yönlendiren Hünkâr Hacı Bektaş Veli şöyle bir nasihatte bulunur:

'Benim üç güzel dostum var; biri evde kalır, biri yolda kalır, biri de benimle gelir. Evde kalan ailemdir, yolda kalan dostlarımdır, benimle gelen iyiliklerimdir.''

Allah Resulü (a.s)’ın, bir ağacın gölgesinde nefeslenen yolculuğa benzettiği dünya hayatını, Veysel, “iki kapılı han”a; Yunus, “oyalanma yurdu” na benzetir.  

Dünya hayatı Kur’an’da; "İyi bilin ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süstür." (Hadîd-20) Şeklinde betimlenmiş ve arkasından müminler, “O hâlde dünya hayatı sakın sizi aldatmasın.” (Fatır-5) Diye uyarılmıştır.

Peki, “Madem bu dünyaya geldik, nimetlerinden yararlanmayacak mıyız?” veya “Dünyaya aldanmamanın ölçüsü/ince çizgisi nedir?” şeklinde bir soru sorulabilir.

Biz de Mertlerin Şahı, Evliyalar Serveri Hz. Ali Efendimizin sözüyle cevap verelim:

“Dünya pazarında iki tür insan vardır; biri kendini satar parasını alır; diğeri de dünyada kendini satın alır ve hür bırakır.”

Meselenin özü; hür olmak ya da olmamak…