Çünkü, bilim ve teknoloji çağında bulunuyor olmamıza rağmen hala şiddetle yatıp şiddetle kalkıyoruz.

Çünkü, medeniyetler arası yarışın revaçta olduğu bir zamanda, yaşamın her alanında iletişim problemi yaşıyoruz.

Çünkü, semavi dinlerin gölgesinde yaşadığımız halde, sevgisiz, bencil, çatışmacı bireyler haline geldik/getirildik.

Çünkü, barış dininin mensupları olmamıza rağmen, etrafımız kendisiyle, ailesiyle, çevresiyle, doğayla barışık olmayan insanlarla çevrili.

Çünkü, dinimiz kanaati teşvik ederken, açgözlü, kanaatsiz, sevgi yoksunu fertlerin çoğaldığı bir yöne doğru savruluyoruz.

Haber izleyemez, gazete okuyamaz hale geldik maalesef!

Gün geçmiyor ki öfkesine kapılıp en yakınındakine bile şiddet uygulayan insanların haberleriyle sarsılmayalım.

Bırakın insanı, Şeytan’a bile parmak ısırtacak vahşet havadislerinin haddi hesabı yok!

İşte bütün bu çaresizliğe çare, yine insanın kendi elindedir. Mevlâna hazretlerinin deyimiyle kurtuluş, ham ervahlıktan çıkıp kemâlâta erenlerin hoşgörü prensibindedir.

Teşhis güzel, söylemek kolay da tedavi nedir? Nasıl kurtulacağız bu şiddet sarmalından?

Öncelikle büyük insanlık ailesinin bir üyesi olduğumuzu aklımızdan çıkarmayacağız.

“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunan herkes topyekûn iman ederdi…” (Yunus/99) ayetini de dikkate alarak insanlara ve hadiselere tek tipçi yaklaşmayacağız.

Farklılıkları zenginlik olarak görüp bir arada barış içerisinde yaşama kültürünü içselleştireceğiz.

Birbirimizi ve değerlerimizi olduğu konumda kabul edip karşımızdakine empati yapmasını becerebileceğiz.

Farklı kültür ve inançlara yaklaşırken onları tanımlamak ve damgalamak yerine tanımaya çalışacağız.

Farklılıkları kaşıyıp öne çıkarmak yerine ortak değerlerde buluşmaya özen göstereceğiz.

Bizim gibi düşünmeyen ve inanmayan insanları değiştirme, dönüştürme ve asimile etmek gibi yollara tevessül etmeyeceğiz.

Değerlerimizi ve kültürümüzü birbirinin alternatifi ve zıddı gibi görmek ve göstermek yerine, yorum farkı olarak görüp hizmet yarışına dönüştürme çabası içerisinde olacağız.

Konuşma ve sohbetlerimizde karşı tarafı dışlayıcı ve ötekileştirici dil ve üsluptan şiddetle sakınacağız.

Her hal ve tavırda, birlik-beraberliğe ve kardeşliğe azami özen göstereceğiz.

En zayıf halkamızın etnik köken ve inanç yorumlarımız olduğundan hareketle, bizi bu noktalardan bölmeye çalışan güçlere karşı uyanık olacağız.

Bir mütefekkirimizin dediği gibi; “yolum haktır” veya “en güzelidir” diyebiliriz ancak, “hak olan yalnızca benim yolumdur” deme hakkına sahip değiliz.

Kendisini ve taifesini “Nuh’un gemisi” olarak görüp diğerlerini dalalette görenlerden olmayacağız.

Sözün özü; hoş görelim ki hoş görülebilelim.

Sevgi ekelim ki sevgi toplayabilelim.

Yine Mevlâna’nın ifadesiyle; sevgi ve cömertlikte güneş gibi olalım.

Geçici dünya için kalıcı kin, nefret ve düşmanlıklar bırakmayalım.

Bir adı da “Settâr” olan yani kullarının günahlarını örten, onları hoş gören ve cezalandırmada acele etmeyen Yüce Allah’ın ayetleriyle yazımızı tamamlayalım:

“O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Al-i İmran/134)

“Rahman’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde vakarla yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “Selam” derler (geçerler)” (Furkan/63)

“…onları affeder, kusurlarını başlarına kakmaz ve örterseniz, bilin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Teğabun/14)