Evet, “önce can/insan” diyordu Tanrı ve elçileri.

Çünkü insan O’nun en biricik ve gözde eseriydi.

Neticede o, diğer eserleri de görüp analiz edecek ve sonunda hayran olacak donanıma sahipti.

“Andolsun ki Biz âdemoğlunu mükerrem (şan ve şeref sahibi ) kıldık. Onları (çeşitli ulaşım araçları ile) karada ve denizde taşıdık; onları temiz/güzel şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsra/70)

Bu âyeti yorumlayan müfessirlere göre; insanın şanı, şerefi, diğer varlıklardan üstünlüğü; Allah’ın ona verdiği maddi ve manevi her türlü güzelliğin yanı sıra, konuşabilmesi, gülüp ağlayabilmesi, okuyup yazması, başka varlıkları hizmetinde kullanabilmesi, aletler icat etmesi, olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini görüp geleceğe yönelik programlar ve projeler geliştirebilmesi, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin kavramlarına sahip olması gibi meziyetlere sahip olmasıdır.

Bu gerçeği bilen Allah Resulü, karşısında titreyen insanlara; “ben de sizin gibi beşerim” ve yine “korkma! Ben de kuru ekmek yiyen bir kadının evladıyım” diyordu.

Aynı Peygamber, bir defasında Kabe’ye dönerek insanın ne büyük değer taşıdığını şöyle ifade ediyordu;

“Ey Kâbe! ne hoşsun ne güzel kokun var! Ne büyüksün ne büyük saygınlığın var! Canımı kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki bir müminin O’nun katındaki saygınlığı senden daha büyüktür!”(İşliyen, Vakti Gelmedi mi? DİB Yay., s. 62)

Hz. Peygamber(a.s) yanından geçen bir cenaze için ayağa kalkmış, orada bulunanların kendisine bunun bir Yahûdî cenazesi olduğunu haber vermeleri üzerine, “O da bir insan değil miydi?” diye cevap vermesi manidardır. (Buhârî, Cenâiz, 49)

“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” diyor, Şeyh Galip.

Yani; “Ey insan evladı! Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/gözbebeği olan insansın.” diyerek aynı gerçeği dile getiriyor.

Bu felsefeyi çok iyi özümseyen ecdadımız; “insanı yaşat ki devlet yaşasın” fehvasınca tarihe adlarını yazdırmışlardır.

Bu felsefenin gereği olarak gittikleri yerlerde önce kalpleri fethetmişler, akabinde kalelerin düşmesi mukadder olmuştur.

Meşhur anekdot olarak anlatılır; Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşanan bir sefer vardır. Yazın yakıcı sıcağında gerçekleşen bu sefer sırasında ordunun yolu, Hıristiyan ahalinin bağları üzerinden geçer.

Bu sırada çok susayan bir asker dayanamayarak bir salkım üzüm alır. Hak geçmesin diyerek bir kese parayı bırakmayı da ihmal etmez.

Ordu geçtikten sonra bu duruma şahit olan bağ sahibi derhal ordunun peşine düşerek padişahı sorar.

Sonunda padişaha ulaşarak kendisini çok derinden etkileyen duygularını şöyle dile getirir:

“Askerleriniz bağımdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir kese gördüm. İçini açtığımda para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını fark ettim. Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlaklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez.”

O yüzden Allah elçisinin Hayber Fatihi Hz. Ali’yi uyarması boşuna değildir; “Ey Ali! Senin vasıtanla bir kişinin Müslüman olması dünya ve içindeki; güneşin üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.” (a.g.e., s.62)

Ezcümle; en şerefli varlık olan insan olarak yaratıldık. Bu şerefi yitirmeyecek cevher ve donanım yine bizim kodlarımıza bahşedildi. Yeter ki bu kodlarımızı bozacak yanlış yollara tevessül etmeyelim.

İnsan olarak kalmak, yaşamak ve ölmek temennisiyle…

08.04.2022

İHSAN ÜNLÜ